Sena Delihüseyinoğlu’nun Başak Koç ile yaptığı söyleşiyi sizlerle paylaşıyoruz:
Çek Bi Letonya – BAŞAK KOÇ
Sporun hikayelerini baz alarak gerçekleştireceğim röportaj serimin yeni konuğu: BAŞAK KOÇ… Keyifli okumalar!
Hikayeniz nasıl başladı?
Huzurlu ve sevgi dolu bir ailede büyüdüm. Böyle olunca her şey daha da güzelleşiyor. Hayata tutunmayı, yaşama sevincimi, sevmeyi sevmemi, beni ben yapan değerlerin özünü aldığım ailem. Öncelerde daha çok izleyicisi olduğum spor ile de 13 yaşımda buluştum. Eczacıbaşı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Galatasaray, Fenerbahçe, Işık Spor ve nicesi… Dile kolay 28 sene…Şimdi yazarken bile insan çok duygulanıyor. O günden bu yana da sporun öz değerleriyle harmanlandım. Eğitim, okumak ve gelişim de hayat boyu şiarım. Kısaca böyle özetleyebilirim.
Siz ülkemizin ilk kadın voleybol spikerisiniz ve GS TV’de, Saran Medya’da, TRT’de çalıştınız. Şimdi buradasınız…
Çeşitliliği ve farklı deneyimleri seviyorum. Hepsi ayrı bir tecrübe. Nerede çalıştığınızla birlikte çalıştığınız yerlerden ne alabildiğiniz ve sizin nasıl bir değer yaratabildiğiniz önemli bence. İlki başarmış olmak tabii ki gurur verici. Olmayanı yaratıp, olmayanı yapabilmek, öyle bir bakış açısında olabilmek… Bunun için de insanın hayatta neler yapabileceğini ve neleri yapamayacağını iyi tartıp, kendini iyi tanıması gerekiyor. Profesyonel olarak voleybol oynarken bir taraftan eğitimimi de sürdürdüm. İstanbul Bilgi Üniversitesi Televizyon Gazeteciliği mezunuyum. Hem milli sporcu olarak hem de gazeteci, iletişimci olarak en iyi bildiğim yerden ikinci kariyer rotama başlamak istedim ve 32.Gün programında rahmetli Mehmet Ali Birand ve Rıdvan Akar’ın yanında, o deneyimli ekiple staj sürecimi geçirdim. Çok iyi gözlemledim. Çok şey koydum heybeme daha ilk adımda, dedim ya nerede ve kimlerle çalıştığınızın yanında neleri alma gayretinde olduğunuz da çok önemli. Gecenin 3’ünde CNN Türk koridorlarında koşturduğumu gün gibi hatırlıyorum. İlk profesyonel durağım da radyo oldu. Türkiye’nin en iyi radyolarından Power FM’de editör-haber spikeri olarak çalıştım ve haberciliğe dair, radyonun özüne dair harika bir deneyim yaşadım. Bir diğer taraftan da Eurosport ile buluştu yollarımız. Orada da bu kez spor haberciliği konusunda kendimi geliştirip, yol aldım. O zaman sordum; ‘Türkiye’de sporun sesi hep erkek, neden bir kadın spiker olmasın?’ ve bu soruyla 2008 Pekin Olimpiyat Oyunları’nda buluştuğum mikrofonla bu zamana kadar aramızda büyük bir aşk var! Voleybolla başlayan spikerlik, sunuculuk sürecim yıllardır bisiklet, atletizm, triatlon, yüzme gibi bir çok branşı da katarak devam ediyor. GS TV’de yine spor spikerliği yaptım ve bir çok program formatıyla buluştum izleyiciyle. Televizyonculuğu ruhuma iyice aşıladığım bir dönemdi. TRT Türk, TRT Spor, Spor Smart ile devam eden yolculukta şu sıralar Ssport’ta Şampiyonlar Ligi maçlarını anlatmaya ve özel röportajlar yapmaya devam ediyorum.
GS TV’de çalışırken Didier Drogba gibi bir değerin geldiği sezon siz de karşılama alanında olan bir spiker olarak neler hissettiniz?
Drogba çok özel bir sporcu, kariyerini hepimiz biliyoruz. Türkiye’de bir takıma gelmiş olması kıymetli. Televizyonculuk açısından bakıldığında da; bu tarz önemli isimlerle yapılacak röportaj ya da programlara sizin gönderiliyor olmanız işinizi iyi yapmaya çalıştığınızın bir göstergesi. Hiçbir genel yayın yönetmeni tam olarak güvenmediği bir muhabiri ve programcıyı bu tarz röportajlara gönderip risk almaz. Tercih edilmek tabii ki çok güzel. Her sporcuyla doğru frekansı oluşturabilmek bir iletişim becerisidir. İnsanın kendine olan güven ve inancının kendi ekibi içinde de takdir bulması, çalışma şevkini daha da besliyor ama ben sadece işimi yapmaya odaklıyımdır. Karşımda kim olursa olsun, kiminle röportaj veya program yapacak olursam olayım; herkese aynı özenle yaklaşır, aynı titiz çalışmayı yapar, öyle çıkarım karşılarına. O dönemde Sneijder da gelmişti ve onunla da içeriği güzel sohbetler yapmıştık ve daha nice röportaj ve program… Karşındaki kişiden istediğini alabilmek, doğru yaklaşım ve doğru sorularla orada olmak, asıl fark yaratan meziyetlerdir.
Peki bize şimdilerde neler yaptığınızdan bahseder misiniz?
Çok şey! Yıllardır yaptığım üzere, kurumsal şirketlerin organizasyonlarında sunucu, moderatör olarak görev almaya devam ediyorum. Açılışlar, basın toplantıları, fuarlar, ödül törenleri, seminerler, tanıtımlar vb. Spor spikerliğim farklı mecralarda, organizasyonlarda, farklı federasyonlar ve branşlarla devam ediyor. Hem televizyona hem de dijitale program hazırlığım sürüyor. Yakında podcast çalışmalarım olacak ve yazılarımla da sizlerle buluşacağım. Diğer taraftan, Dormen Akademi’de ustamız Haldun Dormen önderliğinde oyunculuk çalışmalarımız sürüyor ve dahası… Bende proje bitmez! Sürprizler de olacak, farklı alanlarda çalışmalar yapıyorum. Biraz daha zaman var.
Voleybol… Sizin için 3 kelimede nedir?
Takım ruhu, yılmadan tekrar etmek/çok ve bilinçli çalışmak ve pasörlük.
Peki 3 kelimede voleybol spikeri olmak?
Sahada gördüğünden öte, akış ve doğru iletişim.
Birçok ligi takip ediyorsunuz. Bizim ligimiz dahil olmak üzere sizi en çok heyecanlandıran lig/ülke hangisi?
Bizde daha fazlası olduğunu da biliyorum. Şu an olduğumuz yerden daha da iyi durumda olabiliriz. Potansiyelimiz çok fazla ama potansiyeli performansa çevirdiğimiz noktada, (voleybolun içinde yer alan herkesin) kafamızdaki bariyerleri aşabilme yetisine sahip olmamız gerektiği kanısındayım. Bunun için de 360 derecelik bakış açısı, empati, disiplin ve sürdürülebilirlik konusunda kafamızı biraz daha yormalıyız. Ülke ise İtalya… Her zaman bana farklı hissettirir. Sadece sahada oynanan top olarak bakmıyorum. Genel ambians da içimi ısıtıyor.
Voleybolun geçmişini de düşünerek dünya genelinde bugününü ve geleceğini nasıl yorumlarsınız?
Voleybol çok güzel bir yerde ve çok değerli. Farklı kıtalarda farklı bakış açısıyla harmanlanan dinamikleri/takımları, araya fileyi koyarak karşılaştırmaktan öte, takım ruhunun çok güzel işle(n)diği bir arena. Onu nasıl işlediğin; dününü, bugününü ve yarınını belirliyor. Bence dünya voleybolu seviyor. Uluslararası da bir çok turnuva var. Sezonlar biter bitmez milli takım süreçleri başlıyor. Sporcuların nefes almasına pek izin olmayan bir arena. Kısaca özetleyeyim yoksa söylenecek çok şey var ama ‘bugünü keyifli, geleceği de ışıltılı’ diyebilirim.
Salonda maç izlemek mi yoksa televizyonda izlemek mi?
İster voleybol olsun ister herhangi bir başka branş; sporu yapıldığı yerde, oynandığı anda, o havayı soluyarak, o anı yakından hissederek izlemek her zaman daha anlamlı.
Sizden dinlediğimiz ilk maçı anlatır mısınız?
Benden dinlediğiniz ilk maç az önce de belirttiğim gibi Eurosport yayınında 2008 Pekin Olimpiyat Oyunları’nda voleybol maçıydı. Sahadaki takımları maalesef hatırlayamıyorum… Sevgili Caner Eler’in yanına yorumcu olarak oturup ısınma turunu yaparken bir anda kendi anlatım mikrofonunu kapattı ve bana devretti. Oldukça heyecanlı bir gündü. O gün bugündür; Olimpiyat Oyunları, Dünya Şampiyonaları, Şampiyonlar Ligi, Avrupa Şampiyonaları kısacası sporun zirvesindeki organizasyonlarda anlatmaya devam ediyorum.
Bir maçı anlatırken taraftar gibi heyecanına kapılıp unutamadığınız anınız var mı?
Maç demek heyecan demek. Hem yayın heyecanı hem de maçın kendi dinamiği içinde oluşan her daim var ama kapılıp gitmek diye bir şeyden bahsedemem. Bir anlatıcı olarak sporcularla izleyici arasında bir köprüsünüz. Köprünün sağlam olması gerekiyor her açıdan. Ayrıca ben hayatım boyunca taraftar ruhuna sahip olmadım. Hangi takımı tutuyorsun diye de çok soru geliyor ve cevabım hep aynı; takım tutmuyorum! Benim algım tamamen orada oynanan her ne ise orada; voleybolsa voleybol, bisiklet ise bisiklet, atletizmde yarışsa yarış… Kısacası sporun kendi değeri, kültürü, yapısı… Yoksa hep bir kazananı var. Genel pencereden kuş bakışı bakmak gerek. Öyle yapabilirseniz gerçek bir spor anlatıcısı olabilirsiniz ve tarafsızca, öz değerlerle sunarsınız. Özel yeri olan maç ise 2020 Olimpiyat Elemesi Türkiye – Polonya maçı… Ne maçtı ama!
Şimdilerde dijitale de iş yapıyorsunuz. Sizin için televizyonla arasındaki fark nedir?
Dijital, televizyona göre daha da dinamik bir beklentiye sahip. Sadece dijital olduğu için değil tabii ki; platformların artması ve insanların izleme süreleri baz alındığında dinamikler çeşitleniyor. Fark yok, dijitalde de televizyonda da nasıl fark yaratabildiğin var!
Voleybola önceki yıllara göre inanılmaz bir ilgi var. Bunda en büyük etken hem takımlar hem de milli takımlar seviyesinde ülkemize gelen başarılar. Sizce bu noktaya nasıl geldik, o süreci anlatır mısınız?
Kısaca özetleyeyim, yoksa bu da uzun bir anlatım isteyen bir soru. Başarı arkasından kitleleri de getiriyor. İnsanlar başarılı olanların peşinden gitmek istiyor. Geçmiş jenerasyonlarımız sağ olsunlar bu zamana değerleri taşımamızda iyi kaptanlık yaptılar. Görev devir teslimi alanlar da, günün şartlarında rotayı bozmadan ve çıtayı daha da yukarı taşıyarak devam ediyorlar. Dünyada söz sahibiyiz. Büyük takımların yaptığı yatırımlar, milli takımımızın özellikle son dönem ki istikrarı bu yolu besleyen değerler. Altyapı da, oyuncu havuzunda çok sorun yaşamıyor olmamız bu başarıların yolunu açıyor.
Ülkemize çok başarılı yabancı oyuncular ve antrenörler geldi. Sizi en çok etkileyen 3 isim söyler misiniz?
Elena Chabovta, Glinka, Giovanni Guidetti.
Bizim sporcularımız… İnanılmaz oyuncular izledik ve izlemeye de devam ediyoruz. Size ‘iyi ki bu sporun içinde’ dedirten 3 isim kimlerdir?
Arzu Göllü’nün yeri ayrı. Gözde Kırdar, Neslihan Demir, Neriman Özsoy.
Çok saygı duyduğumuz, inandığımız yerli antrenörlerimiz var. Ferhat Akbaş, Ataman Güneyligil, Alper Hamurcu, Ahmet Reşat Arığ, Suphi Doğancı, Gökhan Edman ve Dehri Can Dehrioğlu… Neler söylersiniz?
Öncelikle herkesin emeğine sağlık ve herkesin yolu açık olsun. Saydığınız isimler üzerinden tek tek bir şey demeyeceğim. Antrenörlüğe benim bakış açımdan genel pencereden bir şeyler söyleyeceğim. Her daim gelişime açık, doğru iletişim becerilerine sahip, takımı/sporcuyu yıpratıcı değil yüreklendirici, empati kurabilen, tutkulu oyuncuyu anlayabilen, güven duygusunu ve sevgiyi önce kendi içinde gerçekten besleyip sporcuya bunu aktarabilen, önce kendiyle barışık olursa bir antrenör; teknik ve taktik inanın ki Amerika’yı yeniden keşif değil. Önce değerler, duygular sonra inşa… Yoksa yapacağınız bina sağlam temellere oturmuyor ve üzerine her bir katı koyarken sallanıyor ve bir gün yıkılıyor.
Ve genç voleybolcularımız… Son yıllarda o kadar yetenekli ve başarılı jenerasyonlar geliyor ki onlarla gurur duyuyoruz! Onları bize nasıl anlatırsınız? Beklentileriniz nelerdir?
Değişime ve gelişime açık bir nesil. Yetenekliler. Çalışma azminden asla vazgeçmeyip, kas gücüne kalp ve akıl kasını da sonuna kadar ekleyen kazanacak. Beklentilerimiz bitmez. Bize olabileceğini gösterdiklerini için bekliyoruz tabii. Önemli olan sürdürülebilir başarı. Bunu sağlayabilmek için de sadece fiziksel performans değil aynı zamanda zihinsel performansı geliştirici çalışmaların daha da farkında olup, uygulamaya geçilmesi gerekiyor. Her şey o zaman daha da güzel olacak.
Peki izlemekten keyif aldığınız ve Milli Takıma davet edilmesini beklediğiniz oyuncular kimler?
Kişi kişi konuşmayı sevmiyorum. Gelişim gösteren, karakteriyle milli formaya yakışacak, işine yürekten bağlı ve tutkulu, hayalleri olan ve gerçekleştirmek için elinden gelenin en iyisini yapan, takım ruhuna sonuna katkı verebilecek sporcular her daim davette ilk sırada olur.
Milli Takım… Büyük gurur! Son yıllarda yaşadığımız inanılmaz heyecanları, oyunumuzun gelişimini ve ‘o ruhu’ anlatır mısınız?
O ruh oldukça genç ve büyük başarılara aç bir ruh. Kimyamız da çok uyumlu. Bireyler değil takım ön planda. Koç Guidetti de gelişimi bir o kadar seven ve iyi antrenman veren, liderliği iyi yapan bir antrenör. Heyecanlıyız, gururluyuz ve gelecek diğer başarıları bekliyoruz. Kalite bir oyunla harmanlanan başarılar. Kazanmak suya atılan imza. Oynadınız, kazandınız ve bitti. Sporda dün yok. Ne kadar gelişim gösterebilirsek ve bunu dinamik kılarsak o kadar yolumuz açık olur. Bizde de bunu yapabilecek potansiyel var. Yolumuz açık olsun.
Son olarak… Eklemek istedikleriniz var mı?
Teşekkür ediyorum röportaj için. Hayata bir bütün olarak bakıyorum ve spor da yapsak kurumsal hayatın içinde de olsak, siz/özünüz/bakış açınız günü değerli ve anlamlı ya da tam tersi hale getiriyor. İşime aşık biri olarak söyleyebilirim ki sporu, gerçekten sporu anlamaya çalışabilirsek, spor kültürünün oluşması için doğru adımları sabırla atarsak, bu yolda doğru iletişimle yürürsek, başaramayacağımız hiçbir şey yok. Bu yıl aynı zamanda ertelenen Olimpiyat Oyunları’nın yapılacağı yıl. Türkiye’den 11 branşta 58 sporcu gideceğiz gibi gözüküyor. 82 milyonluk ülkeden 58 sporcunun orada olacağını değerlendirebilirsek o zaman spor kültüründen bahsetmeye başlamışız demektir. Sağlıcakla kalın, sevgilerimle…